"ben ancak dans etmeyi bilen bir tanrıya inanırdım." f. nietzche
gününüz sevinçli geçsin...

9 Ağustos 2013 Cuma

Yazarların ölümleri, ölümlerin yazarlığı/ M. Sadık Aslankara

Yazarların ölümleri, ölümlerin yazarlığı

Ölümü yazmak

Behçet Necatigil'in "Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü"nü bilmeyen var mıdır dersiniz? (1) Yoğun emek ürünü bu çalışma, kırk yıldır aranılır sözlük olmakla kalmıyor yalnızca, aynı zamanda, kendi alanında çok önemli bir başvuru kaynağı olduğunu da koyuyor ortaya. İster yazın adamı ya da yazar olun; ister yazına üstünkörü ilgi gösteren sıradan okur olarak tanımlayın kendinizi; başvurmadıysanız bile bugüne dek, günün birinde başvurduğunuzu göreceksiniz bu sözlüğe, kuşkunuz olmasın bundan...

M. SADIK ASLANKARA

Yarattıkları, dahası ölümsüzleştirdikleri onca evren, onca yaşam, onca kahramanla birlikte, kimileyin yazarların kendileri de birer yazın kahramanına dönüşmez mi? Ne ki, yazarı kuşatan o büyülü havanın bir çalım hüzün yansıtmaya koyulması kaçınılmaz olacaktır o zaman.

Ama ister ilginç gelsin, ister hüzün versin okura; yazarların birer kahraman olarak yer aldığı yapıtlar, sonuçta sanırım bir kez daha ölümsüzleştirir onları. Nitekim hem bizim yazınımızdan, hem de öteki ülkelerin yazınlarından pek çok örnek gösterilebilir bu alanda... Birer roman gibidir bu tür yapıtlar. Nefesinizi tutarak okursunuz onları.

Ben, bu tür romanlar yerine, tüm yazarların birer öykü kahramanı olarak göründüğü toplu başvuru kitaplarına getirmek istiyorum sözü.

Yazar yaşam kılavuzu
Behçet Necatigil'in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nü bilmeyen var mıdır dersiniz? (1) Yoğun emek ürünü bu çalışma, kırk yıldır aranılır sözlük olmakla kalmıyor yalnızca, aynı zamanda, kendi alanında çok önemli bir başvuru kaynağı olduğunu da koyuyor ortaya. İster yazın adamı ya da yazar olun; ister yazına üstünkörü ilgi gösteren sıradan okur olarak tanımlayın kendinizi; başvurmadıysanız bile bugüne dek, günün birinde başvurduğunuzu göreceksiniz bu sözlüğe, kuşkunuz olmasın bundan...

Elbette benim için de bir el altı kaynağıydı yapıt. Ama ne yalan söyleyeyim, Çağdaş Türk Dili'nde, 1995-96 yıllarında yazdığım Yazında Yaşayanlar Yazınla Yaşayanlar dizisi olmasaydı eğer, Necatigil'in yapıtını gerektiği gibi tanıyamayacak, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nün o inceliklerle dolu havasıyla tanışamayacaktım belki de...

Necatigil'in bu çok değerli yapıtını, ilk yayımlanışı üzerinden tam otuz beş yıl sonra, ilk kez baştan sona okumaya koyuldum bir öykü seçkisi gibi... Gördüm ki, Necatigil'in hazırladığı bu yapıt, bir sözlük değildi yalnızca. Bir "yazar yaşam kılavuzu"ydu bu aynı zamanda. Ama o, bu kılavuzu, kahramanları yazarların kendisi olan kısa öykülerle örmüş; üstelik bunu, büyük bir ustalıkla o bildik Necatigil şiirine dönüştürmüştü. Evet okuduğumuz, yazarların yaşamöyküleriydi doğru, ama aldığımız tat başkaydı; şiirdi bu!

Sözlükte, o aradığım çıkış noktasını, kendisiyle ilgili bölümde buldum Necatigil'in. Necatigil, şair Behçet Necatigil için şunları şöylemişti: "Şiirde kırk yılını, doğumundan ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları hatırlatmaya; ev-aile-yakın çevre üçgeninde gerçek ve hayal yaşantılarını iletmeye, duyurmaya harcadı. Arada biçim yenileştirmelerinden ötürü yadırgandığı da oldu, ama genellikle eleştirmenler, onun için, tutarlı ve özel bir dünyası olan bir şair dediler."

Necatigil, "öğretmenlik mesleğine ilişkin, ek çalışmaları" olarak değerlendiriyordu gerçi bu sözlüğü ama, bana göre o, şiirinin bir yan odası gibi görmüş olmalıydı çalışmasını. Nitekim radyo oyunları da, bir başka düzlemde, yine şiir odalarından birine çıkarmaz mı okuru?

Ölüm yazmak
Böyle olmasa Ahmet Naim'in "acılarla dolu hayat hikâyesi"nden; Rüştü Onur'un "bahtsız (bir) Zonguldak şairi" oluşundan; Baki'nin "şeyhülislam olamadan", Faruk Nafiz'in ise "Akdeniz'de bir gezideyken gemide kalp yetmezliği" nedeniyle öldüğünden; Faik Ali Ozansoy'un Zincirlikuyu Mezarlığında Abdülhak Hamit'in; Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Rumelihisarı Mezarlığında Yahya Kemal'in hem de "başucunda"; Süleyman Nesip'in ise vasiyeti üzerine Tevfik Fikret'in yanında gömülü olduğundan; Şekip Tokadizade'nin, oğlunun ölümünden duyduğu acıyla intihar ettiğinden, baba oğulun İzmir Soğukkuyu Mezarlığında gömülü bulunduğundan söz eder miydi dersiniz?...

Demek "ölüm yazmak" için Behçet Necatigil'in yaklaşımının ne olduğunu bilmek gerekiyor ilkin... Şu satırları, yine Necatigil'den alıntılıyorum.

İsmail Safa: "II. Abdülhamit tarafından sürüldüğü Sıvas'ta sürgünlüğünden on ay sonra öldü."

Kağızmanlı Hıfzı: "Kars ve dolaylarının Ruslardan geri alınması sırasında, Ermenilerin katliamına kurban gitti, öldürüldü."

Kemal Ahmet: "...Nâzım Hikmet'in bir şiirine konu olan Kemal Ahmet, emeği değerlendirmeyen gazete dişlilerine yağ olmayıp kum olduğu için, otuz yaşında yoksulluktan, veremden ölmüş, yetenekli bir edebiyatçı idi."

Kemal Tahir: "Hapisten çıktı. Kalemiyle geçiniyordu, bir kalp krizi geçirdi, öldü."

Mehmet Celal: "İçkiye aşırı düşkün, derbeder bir hayat sürdü."

Nef'î: "Vezir Bayram Paşa hakkında yazdığı bir hicviye yüzünden sarayın odunluğunda kementle boğduruldu, cesedi denize atıldı."

Nigâr Hanım: "Kibar bir Türk hanımı hayatı yaşadı, öldü, Rumelihisarı'ndaki Kayalar Mezarlığında, annesiyle babasının yanına gömüldü."

Orhan Kemal: "Hem Bulgaristan ve Romanya Yazarlar Birliği'nin davetlisi olarak, hem de yarım kalmış bir tedaviyi tamamlamak üzere gittiği Sofya'da beyin kanamasından öldü. Cenazesi yurda getirilerek İstanbul'da Zincirlikuyu mezarlığına gömüldü."

Recaizade Mahmut Ekrem: "Mezarı Küçüksu'da, oğlu Nijad'ın kabri yanındadır."

Şahabettin Süleyman: "Fecriâtî yazarlarından eşi İhsan Raif hanımla gittiği İsviçre'de İspanyol gribinden öldü, İsviçre'de bir köy mezarlığına gömüldü."

Selahattin Şimşek: "Hakkâri'ye ilköğretim müfettişi olmuştu; at sırtında Oramar Köyü ilkokulunu teftişe giderken Zap nehrinin sularında boğuldu. Selâhattin Şimşek'ten bize Varlık yayınlarında iki eser kaldı."

Şinasi: "Ayazpaşa'da annesinin yanına gömülmüştü, mezarları sonradan kayboldu."

Müfide Ferit Tek: "Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk İçişleri Bakanı ve emekli büyükelçi Ferit Tek'in eşiydi, 77 yaşında öldü. Erenköy'de Sahrâyı cedit Mezarlığına gömüldü. Ferit Bey'in ölümü, karısından yedi sekiz ay sonradır."

Refi Cevad Ulunay: "Bir kalp hastalığı ve felç sonucu öldü, vasiyeti uyarınca Konya'ya götürülüp Mevlana türbesi karşısında Üçler Mezarlığında gömüldü."

Muzaffer Tayyip Uslu: "Babasının memuriyeti nedeniyle lisenin son iki sınıfını Zonguldak'ta tamamladı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne yazıldıysa da hastalığı ve yoksulluğu yüzünden kendisine Zonguldak'ta iş bulmak zorunda kaldı. O da arkadaşı Rüştü Onur gibi veremden öldü."

Mahmut Yesari: "İstanbul Lisesi'nde okurken resme olan yeteneği dolayısıyla devlet hesabına Avrupa'ya gidiyordu ki, Birinci Dünya Savaşı çıktı. Mahmut Yesari, Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi, sonra da Avrupa'ya değil, yedek subay olarak Çanakkale'ye gitti. (...) Geçimini kalemiyle sağladı, otuz yılı aşkın sürekli çalışması sonunda, Yakacık Sanatoryumu'nda veremden öldü."

Yazıcıoğlu Mehmed ve Yazıcıoğlu Ahmed Bican: "Yazıcıoğlu Mehmed, eserlerini bütün ömrünü geçirdiği Gelibolu'da deniz kenarındaki barınağında bir inziva hayatı içinde yazdı. Ahmed Bican da ağabeyi gibi Gelibolu'da yaşadı, Gelibolu'da öldü."

Yusuf Kâmil Paşa: "Türkçede Batıdan ilk roman çevirisini yapan devlet adamı. Mezarı, eşi Zeynep Hanımla birlikte yaptırdıkları Zeynep Kâmil Hastanesi'nin (Üsküdar) bahçesindedir."

Zatî: "Zatî, gerek II. Bayezid, gerekse I. Selim ve Kanunî devirlerinde devlet büyüklerine yazdığı kasidelerle geçindi. İhtiyarlığında Bayezid camii avlusunda küçük bir dükkân tuttu. Remil döküp fala bakıyor, muska yazıyor, ısmarlama kaside ve gazeller kaleme alıyor; bir yandan da dükkâna gelip giden genç şairlere şiir dersleri verip onların yetişmesine çalışıyordu. Yetmiş beş yaşlarında yoksulluk içinde ölünce birkaç şairin, aralarında topladıkları cenaze parasıyla Edirnekapı dışına gömüldü."

Yakın bir bakış
Görüldüğü gibi Behçet Necatigil, yazarların yaşamöyküsünü, dışarıdan, uzak bir bakışla değil, bu yaşamı kendine bir anlatım gereci yaparak içeriden, yakın bir bakışla anlatmaya çalışıyor bize. Her türlü olanaktan yararlanabilmek için büyük çaba harcıyor şair. Onun, baba oğul, eş, kardeş ölümleri, yalnız yaşamlar, yoksulluk ve hastalıklar, intiharlar, boyun eğmezlikler, kahramanlıklar karşısındaki duyarlılığı, biraz da bu açıdan alınmalı işte!Ama ben yukarıdaki örnekleri, Necatigil'deki bu ele alışı, onun şair duyarlılığını yansıtmak amacıyla vermiş değilim salt. Aşağıda, Necatigil'in ölümü sonrasında sözlüğe eklenmiş kimi yaşamöykülerinden örnekler verirken, bunların Necatigil yaklaşımına aykırılığını da karşılaştırma fırsatı bulabilelim istiyorum aynı zamanda.

Behçet Necatigil, ölüm karşısında tarafsız değil kesinlikle; o, bu tutumunu, şiirinin yan kök verdiği sözlük çalışmalarına da yansıtıyor. Ölüm karşısında korumaya, dahası kutsamaya çalışıyor şairleri, yazarları... Kıyamıyor onlara, bir yolunu bulup, yeniden kurmak istiyor onların yaşantısını gözümüzde. Nitekim yukarıdaki örneklere benzer, daha pek çok örnek gösterilebilir Necatigil'de.

Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nün, Behçet Necatigil'in sağlığında son olarak 901 yazara ulaştığı; yazarların 538'inin (yaklaşık % 60'ının) yaşadığı, 363'ünün (yaklaşık % 40'ının ise Ocak 1978'e dek ölmüş olduğu görülüyor. Ölüm tarihleri, farklı yüzyıllara dağılmış bulunan 363 yazar ve şair karşısında Behçet Necatigil'in, içten içe nasıl bir eziklik duyup üzüldüğü apaçık görülebilir.

İşi burada bırakmıyor Necatigil; 363 ölüden 198'inin (yani yaklaşık % 55'inin) nerede gömülü olduklarını da bildiriyor bize. Necatigil'in aktardığı bilgilerden 198 şair ve yazardan 189'unun yurtiçinde, 9'unun ise yurtdışında çeşitli kentlerde gömülü olduğunu öğreniyoruz. Yurtiçindeki dağılımı da, kendi içinde şu şekilde öbeklendirebiliriz sanırım. İstanbul mezarlıklarında gömülü olanlar: 136; yurtta çeşitli kent mezarlıklarında gömülü olanlar: 24; türbeler, tekkeler veya medreselerde bunların ve kütüphanelerle hastanelerin avlularında vb. gömülü olanlar: 18; köyde ya da yolda ölüp köye ya da yol üstüne gömülenler: 6; Ankara Cebeci Mezarlığında gömülü olanlar: 5.

Necatigil'in bize aktardığı bilgiler ışığında, şair ve yazarların gömülü olduğu İstanbul mezarlıklarının ilk on sıra içindeki dağılımı ve bağrındaki şair, yazar sayısı da şöyle bir sıralama gösteriyor:

1) Zincirlikuyu 37; 2) Edirnekapı Şehitliği-Mezarlığı: 13; 3) Rumelihisarı-Rumelihisarı Kayalar: 12; 4) Karacaahmet: 10; 5) Feriköy: 9; 6) Eyüp: 8; 7) Merkezefendi: 6; Bakırköy-Bakırköy Kartaltepe: 4; 9) Beşiktaş Yahyaefendi: 3 / Erenköy Sahrâyıcedit: 3 / Fatih Camisi Mezarlığı: 3; 10) Heybeliada: 2 / Sultan Mahmut Türbesi Bahçesi: 2 / Aşiyan: 2 (*)

Bu arada 6 ayrı ölümle ilgili sıra dışı bilgi de aktarıyor Necatigil. Buna göre, 2 yazar denizde, 1 yazar nehirde boğuluyor, 1 yazar boğdurulup denize atılıyor, 1 yazarın Şinasi'nin) mezarı kayboluyor, 1 yazarın ise (Sabahattin Ali'nin) mezarı bilinmiyor.

Yazarların ölüm nedenleri
Behçet Necatigil'in yazarların ölüm nedenlerine yönelik de çok ayrıntılı bilgiler aktarmaya çalıştığı gözleniyor hep. Şair ve yazarların, 4'ü hastanede, 2'si sanatoryumda, 1'i akıl hastanesinde olmak üzere 51'i, çeşitli hastalıklar nedeniyle doğal biçimde; 6'sı kaza, boğulma vb. farklı nedenlerle ölürken; 14'ü ise kıyıma uğratılıyor. Necatigil'in büyük emekle topladığı bilgiler ışığında şair ve yazarların ölüm nedenlerini dört ayrı öbekte toplayabilmek olanaklı:

A) Hastalıkların yol açtığı ölümler:

Kalp krizi: 14, beyin kanaması: 6, kanser: 7, kemik kanseri: 1, mide kanseri: 1, akciğer kanseri: 1, karaciğer kanseri: 2, siroz: 1; verem: 7; kemik veremi: 1; tifüs: 1; şeker: 1; zatürree: 2; ağır bir hastalık (?): 1; bilinmeyen hastalık: 3; felç: 1; İspanyol gribi: 1.

B) Kaza vb. nedenlerin yol açtığı ölümler:

Uçak kazası: 1; gemi kazası: 2; suya kapılma: 1; sakatlanma: 2.

C) Şair-yazar kıyımları:

Başı kesilenler: 1; öldürülenler: 1; linç edilenler: 1; idam edilenler: 3; toplu kıyımda öldürülenler: 1; zehir verilerek öldürülenler: 2; derisi yüzülerek öldürülenler: 1; ayaklanma sırasında öldürülenler: 1; ayrıca cinayet: 1; kementle boğma: 1; gözaltında ölüm: 1; sürgünde ölüm: 7.

D) Başka nedenlere bağlı ölümler:

İntihar: 3; yoksulluk nedeniyle ölüm: 3; içkiye düşkünlük nedeniyle ve derbeder yaşama bağlı ölüm: 2; inzivada ölüm: 1; ileri yaşta (doksan yaşın üzerinde) ölüm: 3.

Necatigil, görüldüğü gibi, 363 şair ve yazardan yaklaşık dörtte birinin hangi nedenle yaşamını yitirdiğini açıkça dile getirmekte; sonuçta 90 sanatçının ölüm nedenini vermektedir.

Bütün bu verileri, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nün Necatigil'in sağlığında gerçekleştirilen Ocak 1978 baskısından derledim.

Ne ki sözlüğün yeni basımına, hatta yeni basımlarına gereksinimim vardı, açıktı bu. Örneğin kimi yazarlarımızı yitirmiştik akıp giden yıllar içinde, onlarla ilgili yeni bilgiler gerekiyordu. Sonra yeni yazarlar da katılmıştı kuşkusuz yazın dünyamıza... Sözlüğün, 1993'te yapılmış on beşinci basımını edinince rahatladım. Ancak bu rahatlık pek uzun sürmedi. Sıvas kıyımında yitirdiklerimizi okuyunca sözlükte şaşırdım; Uğur Mumcu'nun yaşamöyküsünü okudum şaşırdım... Şaşırdım ve sarsıldım.

Ölüm karşısındaki o taraflı tutumunu yitirmişti sözlük!.. Örnekse Metin Altıok için, "doğ.Bergama, ölm. Ankara"; sözlüğe Necatigil'den sonra alınmış Behçet Aysan için "doğ. Ankara, ölm. Sıvas" denilmişti. Örnekse Asım Bezirci için, "1978'de emekli oldu" notu eklenmişti de, ölümü için "Sıvas" belirlemesi yeterli görülmüştü nedense. Hele Uğur Mumcu'da tam bir düş kırıklığı yaşamıştım. Çünkü, "ölm. İstanbul" diye yazılmıştı. Uğur Mumcu adının karşısında. Başkaca bilgi yoktu, Mumcu İstanbul'da ölmüştü, o kadar.

Yeniden okumaya yöneldiğimde sözlüğü, yanılmadığımı gördüm. Evet, nitelikçe değişmişti sözlük. Ölümlere karşı şairlerini, yazarlarını koruma doğrultusunda onlara sıkı sıkıya kol kanat geren Behçet Necatigil gitmiş; onun yerine bütün ölümlere "kendince eşit uzaklıktan bakan" bir yeni bakış gelmişti. Öyle ya, Sıvas ölümlerine tanık olup yıkılsaydı, o güzel Uğur'un, apaydın Mumcu'nun acısını yaşasaydı Necatigil; böyle mi geçerdi o ölümleri sözlüğe? Altıok için, "Öz ve biçim kaynaşmasının, taze bir duyarlığın başarılı örnekleri olan şiirleriyle kısa zamanda değerini kabul ettirdi," dedikten sonra, bu denli suskun kalabilir miydi acaba?

Ama yalnız onlar mı? Acıları, sözlüğün 1978 basımından sonra yüreğimize düşen Bedrettin Cömert'in, Ümit Kaftancıoğlu'nun, Onat Kutlar'ın, Cavit Orhan Tütengil'in hiçbirine kıyılmamıştı sanki sözlükte, öylece duruyorlardı, doğal bir ölümle aramızdan ayrılmışlarcasına...

"Ölüm" olgusu
Necatigil sağ olsaydı eğer, yalnız onlarınkine değil, öteki şairlerle yazarların ölümlerine de bir şeyler söylerdi herhalde... Ne bileyim, Abdülkadir Bulut'un, Toros kıvrımlarında yol alan bir kaptıkaçtının birden açılan kapısından fırlayıp savrulduğunu, ölümünün bu yüzden olduğunu; Ali Rıza Ertan'ın, bir kutu konserve nedeniyle pisi pisine zehirlendiğini; Tahsin Saraç'ın İzmit'te konukken kalp krizinden; İlhami Soysal'ın Ayvalık'ta trafik kazasından; Kâmran Yüce'nin ise, Çorlu'da yıllarını verdiği Kent Oyuncularıyla birlikte turne otobüsüyle yaptıkları kaza sonucunda öldüklerini de yazardı örneğin... Belki Paris'te ölen Yılmaz Güney'in, Amsterdam'da ölen Vasıf Öngören'in nerede gömülü olduklarını da eklerdi, kim bilir...

Öte yandan "ölüm" olgusunun, toplumumuzda ve yazınımızda, kendine özgü bir yerinin bulunduğu göz ardı edilmemeli! Sedat Veyis Örnek'in Anadolu Folklorunda Ölüm (1971) adlı yapıtı nasıl unutulabilir? Ama şu da var: Bir yazarlar sözlüğünün, ille Necatigil gibi yazılması da gerekmeyebilir. Nitekim başka başka sözlükler de var ülkemizde. Ama değil mi ki Necatigil'in imzasını taşıyor, onun adıyla sürüyor, öyleyse onun ilkelerini yansıtmak zorunda değil midir Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü? Necatigil imzasını taşıdıktan sonra bu yapıt, ölümlere dümdüz bakabilmek olanaklı mıdır artık onda? Öyleyse, onun ölümünden sonra, sözlüğü sürdürme görevini üstlenmiş olan Hilmi Yavuz ve Enver Ercan buna dikkat etmek zorunda değil midir? Necatigil gibi, ölüme karşı yalın kılıç şairane bir düelloya girişilmeyebilir belki ama, bu ölçüde ağzı sıkılık doğru mudur peki?

Sonra, şair ve yazarların nerede gömülü oldukları sorusu da yanıtsız kalıyor sözlükte. Nitekim 1978'den 1993'e geçen süre içinde aramızdan ayrılmış görünen toplam 97 yazardan yalnızca 4'ünün, yani ancak % 4 kadarının nerede gömülü oldukları belirtiliyor... Sevgili Necatigil'in nerede yattığı belirtiliyor ilkin, belki bir değerbilirlik gereği olarak.. Ama nerede gömülü oldukları bildirilen ötekilerin yani Osman Attila'nın, Ömer Faruk Toprak'ın, Cavit Orhan Tütengil'in Behçet Necatigil'den önce aramızdan ayrılmış olduğuna bakarak, kuşkulanmamak elde değil; yoksa sağlığında şairin kendisi mi almıştı acaba bunların notunu? Aynı şekilde Necatigil'den sonra sözlüğe eklenmiş görünen ve Mahmut Yesari'nin "Çamlıca'da Çakaldağı aile mezarlığında gömülü" olduğunu kulağımıza fısıldayıveren bilgi notunun da yine Necatigil'in çabasıyla eklenmiş olduğu düşünülebilir pekâlâ...

113 yeni yazar
Bu yeni baskıda kimi düzeltmeler yapılmıştı elbette, ama sözlüğün baştan sona okunmamış olduğunu gösteren imler de göze çarpıyordu ne yazık ki... Örneğin Samim Kocagöz için ölüm tarihi verildikten sonra, "Şimdi İzmir'de" denilmişti. Nadir Nadi için de aynı durum söz konusuydu... Hâlâ "Cumhuriyet gazetesi(nin) başyazarı"ydı Nadir Nadi ve "...başmakaleler(in) yanı sıra sanat yazıları da yazmakta"ydı...

Sevindirici olan 113 yeni yazarın daha eklenmiş olmasıydı sözlüğe... Necatigil'in ardından geçen şu kısacık zaman diliminde hiç de küçümsenmemesi gereken bir sayıydı bu... Necatigil'in 1901'de bırakmış göründüğü bu sayı, on beş yıl sonra 982'ye yükselmişti, sevinmemek elde değildi doğrusu. Ne var ki, Necatigil düzenlemesindeki sözlükten bu arada 30 da yazar çıkarılmıştı: Levent Ağralı, Besim Akımsar, Erol Aksoy, Aysel Alpsal, Feridun Ankara, Günşin Asral, M. Sami Aşar, Cevdet Atmaca, Oğuz Kâzım Atok, Ahmet Nadir Caner, Meral Çelen, Ümit Deniz, Kerim Aydın Erdem, Necdet Evliyagil, Ergun Evren, Bedri Gider, Muammer Hacıoğlu, Mehdi Halıcı, İbrahim Hoyi, Yaşar Faruk İnal, Adnan Veli Kanık, İsmail Karaahmedoğlu, Abdullah Neyzar Karahan, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Selçuk Kaskan, Nurettin Özdemir, M. Necati Özsu, Mete Şamilgil, Mehmet Yardımcı, M. Şevki Yazman.

Bu yazarlar, yalnızca Necatigil'in sözlüğünde bu kimliğe sahiptiler belki, ama artık yoktular. Kimdiler, neciydiler, onları bulabileceğimiz herhangi bir kaynakça da kalmıyordu böylece. Üstelik bunlardan beşi, yaşamının hiç değilse birkaç yılını hiçbir karşılık beklemeden yazın için harcamış, dergi yayıncılığına imza atmıştı. Örnekse Besim Akımsar, 1943-46 arasında İzmir'de Kovan dergisini (34 sayı); Ahmet Nadir Caner, 1948-49'da Tarsus'ta Güney dergisini (18 sayı), 1955-57'de Özgörü dergisini (29 sayı); Yaşar Faruk İnal, İnegöl'de, ilk sayısı 1961'de yayımlanan Elif dergisini (43 sayı); İsmail Karaahmedoğlu, Ilgaz'da, 1961'den başlayarak Ilgaz dergisini (ilk 37 sayı Ilgaz'da, daha sonraki sayılar Ankara'da); M. Necati Özsu da Seferihisar'ın Ulamış Köyü'nd Nasır (37 sayı) ve Saban (6 sayı) dergilerini çıkarmıştı.

Şimdi biz, bu dergilerin hiç yayımlanmamış olduğunu, bunu yayımlayanlarınsa hiç yaşamamış olduklarını düşünebilir miyiz? Bu olası mı? Hem sözlükler, kendi alanındaki tüm birikimleri kucaklamaya çalışmaz mı? Kimi maddelerden yaygın olarak yararlanılsın ya da yararlanılmasın; eğer madde, o alandaki bir birikimin ifadesi ise, bir gün, bir biçimde bundan yararlanılabileceği düşünülerek, bunun korunması gerekmez mi? Nitekim Vedat Günyol, Sanat ve Edebiyat Dergileri adlı yapıtında gerek Besim Akımsar ve Kovan dergisine, gerekse İsmail Karaahmedoğlu ve Ilgaz dergisine, dönemleri içinde, oldukça geniş yer açıyor (2). Üstelik, Kovan'da yazanların arasında genç bir şairin de adını görüyoruz: Behçet Necatigil.

Ne var ki, sağlığında, Behçet Necatigil de çıkarmış olabilirdi bu adları. Kasım 1977 tarihinde yazdığı "Tanıtma" başlıklı sunuş yazısında bunun ipuçlarını veriyordu çünkü: "Bu tür sözlükler sürekli ekleme, çıkarma gerektiriyor: Yeni yayınlar, kişilerin durumlarındaki değişmeler, yeni şöhretler, kesilen güçler, boşa çıkan umutlar; çok çabuk eskitiyor bir yanıyla güne, güncele yaslanan bu tür sözlükleri. (...)/(...) Böyle sözlükler, biraz da bir mumyalar müzesi gibi görümüyor bize. İçlerinde gereksiz, atılmalık büstler de bulunabiliyor.

O yüzden, bu kitap bir daha basılmasa başka bir kitapta hiç görmeyeceğiniz isimlerle de karşılaşabilyirsiniz. Sonra şu da var: Bir sözlüğe alınan bir kişi hep orada kalmalı mı? Verdiği emek nedir, yaptığı katkı ne olmuştur, zaman geçince nesiyle hatırlanır? Vakit vakit bunları düşünmek ve bazı yerleri boşaltmak gerekiyor. Tarafsız, nesnel olunmaya çalışıldı deriz ya, duygusallığımızı tam önleyemeyiz. Ama işte bu sözlükte, böyle bir kezliğine, birkaç kezliğine maddeler bulabilir, sonraki basımlarda onları göremeyebilirsiniz. (Vurgular benim. / A.) Gününde parlayıp da arkasını getirmeyişlere, edebiyata ihanetlere göz yummak, bilmeyiz, doğru mudur? Fakat gene de bu çıkarmaların, almaların ölçülerini tam olarak saptamak imkânsız."

Necatigil ve dergiler
Ne var ki Necatigil için yazın dergilerinin bir önemi olmalıydı. Çünkü bu dergiler için sözlüğünde bir bölüm ayırmış, bu bölümdeki dizinde cumhuriyet döneminde çıkmış tam 115 yazın dergisinin adlarını anmıştı. Söz konusu basımdan bu bölüm de çıkarılmıştı nedense. İyi de, Necatigil, dergi yayımcılığı yapan bu adlara karşı böylesi bir tutuma girer miydi?

Beklemeye, yeni baskıları da gözden geçirip öncekilerle karşılaştırmaya karar verdim. Beklediğim sözlük, 1998'de çıkageldi. Necatigil'in sağlığında yapılmış o son baskıdan (dokuzuncu basım) sonra basım sayısı on yediye ulaşmıştı. Şairin hazırladığı sözlük, ölümünden yirmi yıl sonra da aranılır, güvenilir bir kaynak olmayı sürdürüyordu. Üşenmeyip bir kez daha okudum sözlüğü.

Yazın dünyamızdaki adlar, 1000'e ulaşmıştı. Sözlük, gerçi, 45 yeni yazarla tanıştırıyordu bizleri ama, Necatigil'de görülen 25 yazar daha çıkarılmıştı bu arada sözlükten: M. Alâeddin Asna, Lütfi Ay, Arif Coşkun, Nurten Çelebioğlu, Reşat Cemal Emek, Celâl Ertuğay, Avni Givda, Cenap Muhittin Kozanoğlu, Mahmut Sadık, Mehmet Selahattin, Muharrem Mercanlıgil, Mehmet Zeki Niksarlı, Cahit Obruk, M. Fahri Oğuz, Atıf Özbilen, Bahaeddin Özkişi, Ayhan Sarıismailoğlu, Ahmet Tufan Şentürk, Önder Şenyapılı, Emin Ülgener, Muharrem Vakar, Melih Vassaf, Sıtkı Yırcalı, Ali Yürük, Hâzım Zeyrek.

1978'den 1993'e on beş yıl boyunca, her yıl için Necatigil listesinden 2 yazar çıkarılıp, 7-8 yeni yazar sözlüğe alınırken; 1993'ten 1998'e beş yıllık ikinci dilimde ise, Necatigil listesinden çıkarılan eski yazar, her yıl için 5'e, sözlüğe alınan yeni yazar da 9'a yükselmişti. Bu oranlara bakılarak, daha pek çok yazarın önümüzdeki yıllarda sözlükten çıkarılacağı; buna karşılık yükselen sayıda pek çok yeni yazarın sözlüğe ekleneceği, kolayca kestirilebilir.

Hiç kuşku yok ki bu, Behçet Necatigil adıyla bilinen ve tanınan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nün, süreç içinde niteliğinin değiştirildiğini, önümüzdeki yıllarda bu değişimin hızlanarak süreceğini de gösteriyor bize.

Nitekim sözlük, 55 eski yazarın çıkarıldığı, 158 yeni yazarın eklendiği, bugünkü haliyle en az % 20 oranında değişime uğramış görünüyor. En iyimser kestirimle bile, Necatigil sözlüğünün, önümüzdeki yirmi yıl içinde fazladan % 30 oranında daha değişim göstereceği öngörülebilir. Bu durumda, 2020'lere varıldığında, Behçet Necatigil sözlüğünün en az yarısı hem nicelikçe, hem de nitelikçe değişime uğramış olacaktır ki, bu, yazınımızda bir başka sorunsalı daha ciddiyetle gündeme almamıza neden olacaktır bana gör: Sözlüğün ilk olarak yayımlandığı 1960'tan 2020'ye kadar geçecek kısa sürede yani 60 yıl içinde bir edebiyat, onu yaratanlar anlamında yarı yarıya değişebilir mi?

Belki Huriye Necatigil Hanımefendi, merakımı giderebilirdi. Büyük bir incelikle sorularımı yanıtladı Sayın Huriye Necatigil. Evet, Behçet Necatigil, yazına, hele şiire "vefasızlık" gösterenlere çok kızıyordu, hatta "Çıkaracağım bunları sözlükten," diyordu ama, sağlığında yer verdiği yazarlardan hiçbirini çıkarmamıştı Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nden.

"Kitaplarda Ölmek"
Onun o güzelim şiirini anımsamanın tam sırası galiba. Ne der Behçet Necatigil, "Kitaplarda Ölmek" adlı şiirinde: "Adı, soyadı/ Açılır parantez/ Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti/ Kapanır parantez. // O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı/ Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.// Ya sayfa altında, ya da az ilerde/ Eserleri, ne zaman basıldıkları/ Kısa, uzun bir liste./ Kitap adları/ Can çekişen kuşlar gibi elinizde.// Parantezin içindeki çizgi/ Ne varsa orda/ Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci/ Ne varsa orda.// O şimdi kitaplarda/ Bir çizgilik yerde hapis,/ Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,/ Öldürülebilirsiniz." (3)

Öyle anlaşılıyor ki, yazarları sözlükten çıkarmaya kıyamamıştı Behçet Necatigil. Sonraki yıllarda sözlüğe katkıda bulunan şair ve yazarlar çıkarmış olmalıydı bu yazarları. Sözlükten bu kez çıkarılan yazarlar arasında, yaşamlarının sekiz on yılını yazın dergisi çıkarmaya adamış iki yazar da vardı. Örnekse Atıf Özbilen, 1950'de Adana'da Güney Hareketleri adlı sanat gazetesini (6 sayı), 1954-55'te Güney dergisini (14 sayı); ardından aynı dergiyi, 1967-1973 yılları arasında bu kez İstanbul'da birinci sayıdan başlayarak (72 sayı) yeniden çıkarmıştı (4). Hâzım Zeyrek ise, Necatigil'in ifadesiyle, "Su adında aylık sanat-edebiyat dergisini Şubat 1961-Ağustos1968 arası Sıvas'ta sekiz sene çıkar(mış), 78. sayıda kapatmak zorunda kal(mıştı)." Öte yandan Muharrem Vakar, daha yirmili yaşlarında henüz üniversite öğrencisiyken, biri şiir dergisi olmak üzere iki ayrı dergi çıkararak bunların toplamını yirmi sayıya ulaştırmış; Muharrem Mercanlıgil'de, uzun ömürlü olmayan bir bibliyografya dergisi çıkarmıştı.

Ama bu çıkarmalarda doğrusu işin en ilginç yanı, Necatigil'in listelesinden değil, sonra eklenmiş adlardan birinin çıkarılmış olmasıydı. Örnekse Mustafa Yeşilova, Behçet Necatigil'den sonra sözlüğe alınmış, ne ki 1998 baskısından çıkarılıvermişti. 1993'ten 1998'e, son beş yıl içinde, 25 yazarımız daha yaşamını yitirmişti. Sözlükten edindiğimiz bilgilere göre. Ancak, bu kez ne ölüm nedeni, ne de nerede gömülü olduklarına değgin bir bilgi vardı sözlükte.

Örneğin Pertev Naili Boratav'ın, Bekir Yıldız'ın 1998'teki ölüm tarihleri veriliyordu ama, bu arada 28 Kasım 1995'te yitirdiğimiz Aziz Çalışlar'ın ise hâlâ yaşıyor olduğu vurgulanıyordu. 1993 basımındaki kimi yanlışlar da sürüyordu bu arada. Örnekse Samim Kocagöz hâlâ "İzmir'de"ydi, Nadir Nadi de hâlâ Cumhuriyet'te "başmakale yazmakta"ydı... Aziz Nesin ise, hem "ölü"ydü, hem de "şimdi bağımsız yazar" denilerek tanıtılıyordu.

Kimi yazar adlarına da değinelim... Örneğin Memet Baydur ve Muzaffer İlhan Erdost, nicedir kendilerini bu adlarla tanıtırlarken, sözlükte bu yazarlarımız hâlâ Mehmet Baydur ve Muzaffer Erdost olarak gösteriliyordu. Ya Memet Fuat için ne demeli? "İçlerinde tek düzelti yanlışı olmayan kitaplar çıkarabilmek için çok uğraş(an)", "gözleri(n)deki okuma gözlüğü(.) böylesine kalınlaşm(ış)" bulunan yazın ve emek anıtımıza, sözlüğün 1998 basımında "Fuat Memet" adı yakıştırılmıştı (5).

1998 basımında kimi düzeltmeler de yapılmıştı kuşkusuz. Örnekse Uğur Mumcu'nun İstanbul'da değil, Ankara'da öldüğü belirtilmiş, yanlış düzeltilmişti ama, neden öldüğüne değgin tek sözcük edilmemişti bu basımda da. Sıvas kıyımında yitirdiğimiz Metin Altıok, Behçet Aysan, Asım Bezirci için ise bir iki düzeltme yapma gereği duyulmuş olmalıydı. Düzeltilmiş tümceleri olduğu gibi aktarıyorum. Metin Altıok: "2 Temmuz 1993'te Sıvas'ta Madımak Oteli'ndeki yangında ağır yaralandı. Ankara'da öldü." Behçet Aysan: "1993'te Sıvas'ta Madımak Oteli'ndeki yangında yaşamını yitirdi." Asım Bezirci: "1993'te Sıvas'ta, Madımak Oteli'ndeki yangında yaşamını yitirdi."

Sanki, nedeni belirsiz bir yangında yaşamlarını yitirmişti Altıok, Aysan ve Bezirci. Ama böyle olsaydı, "Sıvas'ta bir otelde çıkan yangında yaşamını yitirdi," demek yeterli olurdu herhalde. "Toplu kıyım" ve "kundaklama"dan söz açılmadan, Madımak Oteli yangınından söz etmek, "arif olan" okura göz kırpılmaya çalışıldığı kuşkusu uyandırmıyor mu sizde de? Peki nasıl olur bu? Nasıl hoş karşılanabilir bu tutum? "Sıvas'ta yurttaşlarını toplu kıyımdan koruyamayan bir devletten, 'devlet boşluğu'ndan söz ediliyor. Oysa Sıvas'ta devlet vardı; ama bu, 'Gizlenmiş Devlet'ti; gizlendiği yerden yurttaşlarının kıyımını seyreden devlet! Polisin, güvenlik güçlerinin gözleri önünde gerçekleştirilen bir toplu kıyım eylemini başka nasıl açıklayabiliriz ki?" diyen Hilmi Yavuz, bu yanlışın altına nasıl olur da imza atar? Niçin? (6)

Yazınımızın sevgili ölüleri! Ayırdındayım, başta sevgili Behçet Necatigil olmak üzere, üstünüz açılmış uykunuzda... Yunus'la örtmeye yeltensem üzerinizi, birazcık olsun ısınır mısınız? Sabahattin Eyuboğlu'nun deyişiyle, "en büyük gücünü ve başarısını ölüm karşısında göster(en)" sevgili Yunus sizler için söylemiş olsun: "Oda yandırdın/ Külün savundun/ Öyle mi gerek/ Seni seveni" (7).

(1) Bu yazıda Behçet Necatigil'in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü adlı yapıtının, Varlık Yayınları'ndaki dokuzuncu basımı (Ocak 1978, 403 s. küçük boy; on beşinci basımı (1993, 399 s.) ve on yedinci basımı (1998, 453 s.) göz önünde bulundurulmuştur.

(2) Vedat Günyol; Sanat ve Edebiyat Dergileri, Alan Yayıncılık, 1986, ss. 44, 49, 65, 67.

(3) Behçet Necatigil; Arada, Varlık Yayınları, 1958, ss. 56, 57.

(4) Günyol; Agy., ss. 55, 61.

(5) Memet Fuat; Dağlarda Yüreğim, Adam Yayınları, 1996, s. 125; Konuşan Toplum, İyi Şeyler Yayıncılık, 1996, s. 159; ayrıca bak., öteki yazıları.

(6) Hilmi Yavuz; "Gizlenmiş Devlet", Adam Sanat, Ağustos 1993, Sayı 93.

(7) Sabahattin Eyuboğlu; Yunus Emre, Cem Yayınevi, 1981, ss. 39, 109.

(*) Mezarlık adları, Necatigil'in andığı biçimde yansıtılmış; Edirnekapı, Rumelihisarı, Bakırköy birleştirmeleri tarafımdan yapılmıştır.

cumhuriyet kitap. 18 MART 1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder