"ben ancak dans etmeyi bilen bir tanrıya inanırdım." f. nietzche
gününüz sevinçli geçsin...

8 Ağustos 2013 Perşembe

Abdülkadir Bulut: Ölümünün 28. yılı...

Ölümünün 20. yılında Abdülkadir Bulut

Yerelden evrensele bir şiir yolculuğu

8 Ağustos 1985 tarihinde, yaşamının en verimli döneminde, saçma diyebileceğimiz trajik bir trafik kazasında onu yitirdiğimizde henüz 42 yaşındaymış. Zamansız ölümünü, yalnız ailesi, halkı ve yakın dostları için değil, bütün Akdeniz ve Türk edebiyatı için de acı bir kayıp sayıyor; ölümünün 20. yılında onu, bütün sevenleri, halkı, dost ve arkadaşları ve sevgili eşiyle birlikte, özlemle anıyoruz.

Ali F. BİLİR

BANA

Bana bir gömlek dikebilir misin senÜstünde zeytin ekmek yenmiş Bir topraktanBana bir gömlek dikebilir misin senİki de cep yapabilir misin göğsüneBir dağ rüzgârındanBana bir gömlek dikebilir misin senYıllardır benim sana duyduğum Hasretten 2 Temmuz 1984Bu lirik, çağrışımsal şiirin ozanı, Türk edebiyatında önemli bir yeri olan; adı, Nâzım, Külebi, Dağlarca, Ritsos, Neruda ve Lorca ile birlikte anılan Abdülkadir Bulut. "Kasabalı Lorca" olarak da tanınan şairimiz, bir Akdeniz çocuğu olup 1943 yılında Anamur'da, Dragon Çayı'nın kıyısındaki Akine köyünde doğmuş. Çocukluğu ve ilk gençliği bu coğrafyada geçmiş. Kimliğini ve kişiliğini bu topraklar, bu zengin Şaman ve Yörük kültürü belirlemiş. Yüreğini halkına adayan, gönlü uçurum, alnı sarp kayalık, korkusuz bir yiğit. Şairliğinin yanı sıra, yurdunun çocuklarını aydınlatma görevini de üstlenmiş. Yolu gurbete düşmüş. Öğretmen olmuş Akşehir'de. Sonra öteki yurt köşeleri; Kırıkhan, İstanbul... Ama nereye gitse, yanında götürmüş çok sevdiği, ata yurdu Anamur'u. Ve, 8 Ağustos 1985 tarihinde, yaşamının en verimli döneminde, saçma diyebileceğimiz trajik bir trafik kazasında onu yitirdiğimizde henüz 42 yaşındaymış. Zamansız ölümünü, yalnız ailesi, halkı ve yakın dostları için değil, bütün Akdeniz ve Türk edebiyatı için de acı bir kayıp sayıyor; ölümünün 20. yılında onu, bütün sevenleri, halkı, dost ve arkadaşları ve sevgili eşiyle birlikte, özlemle anıyoruz.

AYNI KÜLTÜR, AYNI COĞRAFYA

Peki, ben ne zaman tanıştım bu soylu ozanla? Yüz yüze hiç görüşmemiz olmadı ne yazık ki. Onun yakın arkadaşları, benim de dostlarım olan yazar Osman Şahin ile fotoğraf sanatçısı İsa Çelik adından övgüyle söz ederler, onu anlatırlardı bana. Yeditepe, Varlık, Türk Dili, Soyut gibi dergilerde şiir ve yazılarını okuduğumu anımsıyorum. Milliyet Sanat Dergisi'nin açtığı 1974'ün en başarılı genç şair yarışmasında ödül almıştı. Zamansız ölümü ise korkunç bir uçurum açtı aramızda. Aynı coğrafyanın, aynı kültürün çocuklarıydık. Yol ve düşünce arkadaşıydık. 68 Kuşağı'ndan gelen bir gönül bağımız da vardı kuşkusuz. Belki de, şairliğinin yanında, onun onurlu duruşu, mitoloji kahramanlarına özgü yaşamı da ilgimi çekiyordu. Ölümünden iki yıl sonra, Can Yayınları'ndan, bütün şiirlerini içine alan "Ülkemin Şiir Atlası" çıktığında, hemen alıp okudum. Okudum ve büyülendim. Tanrım, şiir buydu işte!.. Erken ölümüne karşın benim gözümde o, Türk şiirinin kutup yıldızlarından biriydi artık...Belleğimde imge yüklü şiirleri, onun izini arıyor, bir gün yolumun Anamur'a düşmesini bekliyordum...Öyle ya, aynı toprağın yetiştirdiği bir yazar ve şair olarak onun şiirlerinden bir şeyler katmalıydım hayata, hayatıma.Yaşamını halkına adamış bu şairimize vefa borcumu ödemeliydim. 2003 yılının ilkyazında, meslektaşım ve değerli dostum Ecz. Suphi Alp ile yapacağım, meslek dergimiz "Galenova"da yayımlanacak olan bir söyleşi için Anamur'da buluştuğumda, önerim üzerine, birlikte Bulut'un köyü Akine'ye gittik. Köyünün ve çocukluk evinin fotoğrafını çektim orada. Sonra, şairin ayak izlerini aradım. "SEN TEK BAŞINA DEĞİLSİN" diyordu, bir köy minibüsünün alnındaki yazı. Akine'deki sessizlik, akan Dragon Çayı, şairin adını, onun bütün haksızlıklara başkaldıran öfkeli ama yumuşak bilgeliğini fısıldıyordu . "Sen tek başına değilsin!", diyordu bana... Sen tek başına değilsinYağmurda koşan taylar gibiVe toprağı iyice kavrayanKökler kadar akranın varOmuzlarında hayat ve şiirAlın terinde bir yürüyüş(...) O an, yeniden çaktı kafamdaki şimşek. Onu bütün yönleriyle anlatan kitabı ben yazmalıydım. Heyecanımı dürtükleyen şey, ikimizin de Yörük çocuğu olması, bakışımızın, duygu ve düşünce dünyamızın örtüşmesi değildi yalnızca. Eşine az rastlanan, büyük bir yetenekle tanışıyordum. Ondaki soylu damar Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan ve Nâzım'dan; besleyici kaynak ise öz kültürümüzdenden, kendi dilimizden, Akdeniz'den, Yörük ve Şaman geleneğinden süzülerek geliyordu. Hem gür sesli bir şair, hem yumuşak bir Yunus Emre bilgeliği vardı söyleyişinde. Su gibi duru, coşkun bir çağlayandı sesi. Diyalektik bir bakışla dünyaya egemen olmak için değil, dünyadaki varlığını duymak, duyurmak için yazıyordu belli ki. Onu okurken kendi varlığını duyuyordu insan. Ayrıca, dilimizin, güzel Türkçemizin bütün olanaklarından yararlanarak, özgün bir şiir dili yakalamıştı Bulut. Kullandığı sözcük ve deyişlerin çoğu yerel, bizim, kendi yöremizin, konuşma dilimizin varlığıydı. Belki bin yıllıktı ama, şiirlerinde büyüsel bir canlılık, tazelik kazanıyor, evrensel bir söyleyişin yapıtaşlarına dönüşüyordu aşağıda örnek olarak sunduğum sözcük ve deyişler: Okuntu, dulda, yavşan, yağlık, günnük, evin, tahra, süygün, sağdıç...Ekine orak salar gibi yiğitçe s.33, Deli süygüne duran narın s.33 Oğul salan kovanlar gibi s.16Bir güğüm gibi taşıdım sırtımda s.16Ve bir el dibeği olan kalbim s.28Şiire kalem, toprağa gönen s.10Gökyüzüne ince bir öncek gibi s.14Buradaki amacımın, Abdülkadir Bulut'un şiiri üzerine akademik, bilimsel bir çalışma sunmak olmadığını hemen belirtmeliyim. Geç kalınmış da olsa ülkemizin eleştirmenleri, edebiyat tarihçileri, dilbilimciler, üniversitelerimizin akademisyenleri bu görevi elbette yapacaklardır. Ayrıca, onun hayatını, sanatçı yanını ve şiir dünyasını bütün yönleriyle tanıtan araştırmaların yapılması, bilimsel toplantıların düzenlenmesi, hakkında kitaplar yazılması en büyük dileğimizdir. Hem de hiç gecikmeden. Tükenen şiir kitaplarının yeniden basılarak okurlara, özellikle genç şairlere ulaşmasını istiyoruz. Bu konuda, şairimizin sevgili eşi Havva Bulut'un, kitapların basımı için girişimde bulunacağını söylemesi bizi umutlandırdı. Can Yayınevi sahibi, değerbilir yazarımız Erdal Öz'ün de bu girişime destek vereceğini biliyoruz. Öte yandan, Anamur'un, şairimizle ilgili araştırmalara ev sahipliği yapabilecek duyarlı, vefalı bir halkı var. Bu güzel ilçenin sanat ve kültüre değer veren bir belediye başkanı var. Bulut'un şair ve yazar arkadaşları, yakın dostları var. "Anamur Kültür Derneği"nin üyeleri bir karınca gibi çalışıyor. Bu coşku ve heyecanı gördükçe umudumuz yeşeriyor.

ANAMURLU DOSTLAR...

Bilindiği gibi, bir çocuk ilk doğduğunda, babasının, annesinin adıyla tanınır, onların adıyla çağrılır toplumda. Sonra zaman içinde, doğduğu köy, kent, kültür ona kimlik, kişilik kazandırır, adı o kentin adıyla çağrılmaya başlar. Eğer o çocuk, büyüyüp ülke ve dünya ölçeğinde önemli işler yapar, adı kent ve ülke sınırlarını aşacak biçimde tanınırsa, o kişi, ailesinden ve kentinden ödünç aldığı olumlu kimliği, kentine ve ülkesine onur olarak geri verir. Bugün edebiyat dünyamızda Yaşar Kemal, Orhan Kemal adı anıldığında hemen Çukurova, Adana gelir aklımıza. Lorca dediğimizde İspanya'yı, Neruda dediğimizde Şili'yi anımsarız. Tolstoy, Gorki Rusya demektir. Nâzım Hikmet, Türkiye ile anılır. Bunun anlamı, o değerli kişilerin kentlerine, halkına ve ülkesine olan bütün borçlarını ödemiş olduğudur. Bu açıdan baktığımızda, edebiyatımızda önemli yeri olan, adı, Anamur'la birlikte anılan Şair Abdülkadir Bulut da , doğup büyüdüğü kente olan vefa borcunu hakkıyla ödemiştir. Şimdi Anamurlu dostlarına düşen görev ise şairlerine sahip çıkmak; onu, kitaplarını okuyarak tanımak; bu büyük ozanımızın tanıtılmasını sağlamaktır. Onun adına yapılan buluşma ve söyleşilerin amacının da bu yönde atılan yeni bir adım olduğunu söylemeliyim.Gerçek okurların ve kimlik arayışında olan genç şairlerimizin, geleneğimizin ana damarlarından biri olan Abdülkadir Bulut'u okuyup tanımalarını, yerelden evrensele nasıl varıldığını görmelerini isterim... (...)Bana bir gurbet adı gönderİçinden çıkamadığım çok şey varKuşların ağzını açarak ölmesiTutarak kokladığım her sarı çiçeğinSonunda siyah bir tohuma dönüşmesi Buradan,"Bana Bir Gurbet Adı Gönder" diyen şairimize, on binlerce hüsnüyusuf, bobatça (papatya), sarı harnup çiçeği gönderiyoruz... * Ölümünün 20. yılı nedeniyle, 30 Temmuz 2005 tarihinde, "Anamur Kültür Derneği"nce Anamur'da düzenlenen söyleşinin konuşma metni.

cumhuriyet kitap. 25.08.2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder