"ben ancak dans etmeyi bilen bir tanrıya inanırdım." f. nietzche
gününüz sevinçli geçsin...

18 Ağustos 2013 Pazar

Dikili’de Aşk, Tiyatro ve Gezi/ Işıl Özgentürk

Cazı ben her zaman kitlesi sınırlı bir müzik türü olarak bilirdim ama Dikili’de bu bilgimin tersi kanıtlandı. Meğer Dikili halkı tam bir caz severmiş, gözlerimle gördüm. Dikili’de bu yıl 7’ncisi yapılan Türkiye Tiyatro Buluşması İçin Atatürk Meydanı’nda kurulan Ethem Sarısülük sahnesinde sıkı caz grupları “Sayki”, “Praksis” ve “Ruşen Aklar The Buskers” çalıp söylerken meydandaki iki bin beş yüz sandalyeyi dolduran Dikilililer, kadın-erkek, genç-yaşlı yerlerinden kımıldamadan, canı gönülden çalan müziğe katıldılar.
Benimle birlikte cazın bu kadar seyirci toplamasına tanık olan bir dostum, “Bu ülke hâlâ beni şaşırtmaya devam ediyor” diyerek başını salladı. Bu arada benim aklıma şu da geldi: Caz gruplarından sonra Tiyatro Simurg “Sözcükler Can Yücel’i Özler” adlı oyunu oynayacaktı. Kimse de yerini kaptırmak istemez.

Neyse, meydanda en sıkı caz parçaları çalarken davul zurna eşliğinde bir grup halay çekerek meydana girdi. Meğer asker uğurlaması varmış ve bu her yıl Atatürk Meydanı’nda davul zurna eşliğinde yapılırmış. Hayda bir yanda en koyu caz, bir yanda davul zurnayla çalınan Ankara havası. Ne caz söyleyen grup susuyor ne de davul zurnacılar. Tam bir Türkiye fotoğrafı. Tuhaf bir durum var, bir süre sonra iş inada binebilir. Neyse ki, caz susuyor ve gencecik bir kız sahneye çıkıp askere gidenlere esinlikler diliyor. Davul zurna da bir süre sonra meydanı cazcılara bırakıyor. Bu Gezi İsyanı Türkiye’yi acayip değiştirmeye başlamış. Çok değil, yakın geçmişte sille tokat sonuçlanacak bir durum, bir anda halledildi.

Öte yandan buluşma için Dikili ve çevresinde seyyar sahneler kurulmuş, sahnelere Gezi İsyan’ında devlet eliyle ölen, gençlerin adları verilmiş. Ethem Sarısülük sahnesi, Ali İsmail Korkmaz Sahnesi, Abdullah Cömert Sahnesi, Mehmet Ayvalıtaş Sahnesi... Bu adlar her an, her dakika, Gezi İsyanı’nı yeniden anımsatıyor. Ve isyanın eğlence ve neşe yanında hüzün dolu olduğunu da...

Bu arada yıllar sonra geldiğim Dikili’de geçmiş hemen yanı başıma geldi. Yıllar öncesi Uğur Mumcu’lu, İlhan Ağabeyli Dikili Barış Festivalleri’ni anımsadım. Uğur Mumcu’nun kahkahaları geldi kulağıma, İlhan Ağabey’in kumsalda battaniyeye sarılmış sabaha kadar Arif Sağ’ı dinlediği o geceyi ve sabahın ilk ışıklarında bir çocuk gibi denize koştuğunu anımsadım. Ağlamadım desen yalan söylemiş olurum. Ağladım ve onlar için denize doğru koştum.

Gezi İsyanı bütün sanat disiplinlerine yeniden “sokağı” anımsatmış. Dikili ve çevresinde her gece oynanan oyunların yanı sıra, hem Dikili’de yaşayanlar hem de Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş gençler için sürekli atölyeler yapılıyor. Gençler deniz kıyısında üç yüze yakın çadırda kalıyorlar. Sıraya girip Dikili Kadın Dayanışma ve Gençlik Merkezi’nin mutfağında üretilen yemekleri yiyorlar ve tartışıyorlar, tartışıyorlar, tartışıyorlar...

Öncelikle okudukları kitaplar değişmiş, Karl Marx, Gramsci, Sartre okumaya başlamışlar. Onlara bakıyorum ve içimden şöyle diyorum: “Sokak öyle çekicidir ki, insanın kanına bir kere girmesin, değiştirir, müptelası yapar.” Ve bu çok iyidir.

Konu sokak olunca ben de çok eski bir sokak tiyatrosu oyuncusu ve yazarı olarak, bildiklerimi onlarla paylaşıyorum. İlk gün hep birlikte İstanbul’da, diyelim ki, aylardır süren bir grevin işçileri için bir oyun yazmaya başladık ve hikâyeler geldi. Grevdeki işçi ailelerden biri çocuklarını Çocuk Esirgeme Kurumu’na vermek zorunda kalmış.
Bir diğer aile, boşanma noktasına gelmiş ve saralı genç bir işçi ilaçlarını alamadığı için ölmüş.

Başladık yazmaya önce, ölen işçinin mekânını “bir bekâr odasını” oluşturduk ve bir oyuncu öne çıktı ve ilk sözünü söyledi: “Ben öldüm.”

Öyle kolay değil, gerisinin nasıl geldiğini sizlerin bulması gerek. Unutmayın “sokak” hepimizin ve herkesin bir hikâyesi vardır.

Cumhuriyet 18.08.2013
AL GÖZÜM SEYREYLE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder