"ben ancak dans etmeyi bilen bir tanrıya inanırdım." f. nietzche
gününüz sevinçli geçsin...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Can Yücel şiirinin özelliği ŞAŞIRTICILIK/ metin cengiz

Can Yücel, şiiriyle bir damar açmış, kendinden sonraki şiiri etkilemiş bir şair. Bunda, kendinden önceki bir şiiri daha yetkinlikle, hicve ait olanı, şiirin yasalarıyla yeniden yaratmasının önemli payı olsa gerek. Başkaları, bu olguyu başka nedenselliklerle açıklayabilir. Ama, ben böyle düşünüyorum. Nitekim, küfür bile onda, iyi güzel olan açısından bir yargılama haline dönüşüyor. Özellikle Can Yücel'in hicivden yola çıkıp şiire ulaşan şiirlerinden bir örnek verirsek sorunu daha iyi somutlayabiliriz. "Gezintiler" adlı kitabından İSKİ Yolluğuna bir bakalım: "Para su gibi akıyor deriz a/ Meğer su, para gibi akıyormuş/ Bir kanalizasyon şebekesine" Bu şiiri, İSKİ skandalını bilenler gerçekle ilinti kurabilir, böylece daha iyi yorumlayabilirler. Ama, paranın kanalizasyon şebekesine su gibi akması, bu gerçeklikten özgürleşip başka anlamlar ediniyor. Kapitalizmin iç yüzü, bu denli vurucu başka türlü anlatılamaz herhalde. Kanalizasyon, İSKİ skandalından habersiz olanlar tarafından haksız kazanç kazananların, artık değeri cebe cukka edenlerin, kısaca, burjuvaların midesi olarak algılanabilir çünkü. Ve şiir böylece, hem çirkin, hem mizahi ögeleri güzel ve iyi olan açısından sonsuzca yargılıyor.

Yine aynı şiirden kalkarak, günlük olanın, çirkinden yola çıkarak tuhaf bir şekilde kalıcılaştığını da görüyoruz. Doğrusu, şiirde ağır basan, bu kalıcı yan oluyor. Bir şey geleceğe doğru akıyor, o günlük olanı yayıyor zamana. Şaşırtıcı olan da bu işte Can Yücel şiirinde. Sürekli taze kalan da. Yine aynı kitabın Gezi Notları bölümünden rasgele bir şiir alalım. Şiirin ilk dört dizesini. "Yaldızdan bir ruhun cesediyim/ Atina'dan bakıyor bana bir uskumru/ W.B. Yeats gelmiş de sanki/ Çözülmez harfler masasına" Daha ilk dize, şaşırtıcı olanı yakalıyor. Ama zorlanmıyor şair. Başka bir şairle düşsel olan bir işi gerçekleştirmek istiyorlar, alıntı yapmadığım, beşinci dizede dile getirileni, "Eski Bizans'ı diriltiyoruz". Yani Yeats ile eski Bizansa can verme işini gerçekleştiriyorlar. Burada aslolan şiirin kendisi. Şaşırtıcı olanda şair kentini, kozmik olanı ve çiçeği vb., yani hayatı yeniden yaratıyor. Ama, şaşırtıcılık devam ediyor. Şiir böylece sürekli bir yenilik kazanıyor. Her okuyuşta başka bir çağrışım. Tazelik. Zamana kalan şiirin yarattığı. Şiirsel olan, haz veren şiirsel nesne. Peki şaşırtıcı olanı sağlayansa şiirin imgeye dayanması. İmgede can bulması ve imgenin hayatla olan yaratıcı ilişkisi. Ancak... Evet, ancak, kimi şiirlerinde, çok üretmenin, hayatla içli dışlı olmanın getirdiği bir sorunsal var ki, bu da şairin umurunda değil gözüküyor.

Can Yücel şiirinin diğer özellikleri de politik olandan yola çıkıyor olması. Cinsellik, hayatı buradan algılamaya çalışması. Bu iki özellikle şairin şiir özellikleri tamamlanıyor. Ancak, her şiirde bu özelliklerin bazen biri, bazen bir veya ikisi görülür. Yani, Can Yücel şiirini bu özellikleriyle ele aldığımızda, bazı şiirleri için politik, bazıları için günlük, bazıları için hiciv şiirleri diyebiliriz. Ama, bence şairin şiirini ele aldığımızda, asıl belirleyici olan, imgeye dayanarak yazdığı ve bu özelliklerden birine sahip olan şiiridir. Ama, işte ister politik, ister cinsellik, ister hiciv ağır bassın... Şair yaşamdan, yaşanmıştan yola çıkıyor. Kendiyle barışık ve içten, samimi. Şairin Gezintiler adlı kitabından yapacağımız şu iki alıntı bu dediklerimiz için oldukça somutlayıcı. İlk önce 'Kadının Coğrafyası' adlı şiirinden, "....Sökemedim bitürlü tarihinizi/ Asıl asıl coğrafyanızı/ Hâlâ hâlâ meçhul bir kıta/ Kırk yıllık kadınımın bacakları arasından/ Avuçladığım o Atlanta" Şimdi de, 'Bir Yoldaşın Ölümü Üzerine' adlı kısa şiiri, "Patriyot Hayati ölmüş fötür şapkasıyla yatağında/ Her zamanki gibi harekete hazır/ Bir kadehMarx içtikten sonra". Şairin benzetmeleri, görüldüğü gibi şiiri her zaman taze tutabilecek denli güçlü. Kimi şiirlerse, değineceğimiz gibi çapaklı, fire verir.

Şairin 'Seke Seke' adlı, en son çıkan kitabına şiirinin özelliklerinden sonra, artık gelebiliriz. Kitap Kasım 1997'de yayımlanmış. Üç bölümden oluşan kitapta, "Seke Seke Ben Geldim" adlı birinci bölümde 101, "Papatyanın Patagonyası" adlı bölümde, biri eşi Güler Yücel'e ait olmak üzere 56 ve "Eklem" adlı üçüncü bölümde 33 olmak üzere toplam 200 şiir var.

Şair, bu şiirlerinde de şiirinin bütün özelliklerini devam ettirir. Yalnızca, bir şey daha eklemiştir şiirlerine: hikmet söylemek. Evet, şair, daha önceki şiirlerinde de gözüken, veciz söz niteliğini taşıyan şiirlerinehikmeti katıyor. Veciz sözle hikmeti birbirine kararak. Kitabın en sonundan iki örnek vermek istiyorum: "Ümmîlik" adlı şiiri şöyle, "Cümlemiz cümle değildir,/ Çoğumuz bir kelime bile etmez,/ Ümmîdirler kendileri,/ Bakmayın aydından saydıklarına!" Diğer şiir ise şöyle, "Ölmek toplu suçumuzdur topumuzun/ Cezası ölüm." (Suç ve Ceza) İlk şiirde eleştiri benzetmenin doruğunda gerçekleşiyor. İkincide ise insanî bir gerçek, bir toplu suç gibi niteleniyor. İlk şiirdeki ilk iki dize ise hikmet söylemenin, sezgiyle gerçeğe varmanın güzel örneği. Her iki alıntı da veciz söz ile hikmet arasında gidip gelmekte ayrıca. Bu dizelerde hikmetle varılan dizelerin zamanla veciz söz değeri kazanma özelliğini görüyoruz, ayrıca. Kısa şiirlerini özellikle bu tadla okuyabiliriz.

Can Yücel'in kimi şiirlerinin çapaklı olduğunu, çok üretmenin, hayatla içli dışlı olmanın sorunsalını taşıdığını yazmıştık ve şiirindeki bu çapağın, şiiri çok iyi bilen şairin pek umurunda olmadığını söyledik. Gerçekten de, kimi şiirler var ki, günlük bir eylemi övmek için, ya da bir sevdiğini, sevmediğini övgü-yergi için yazılmışlardır. Ancak, bu şiirimsilerdeki tat da unutulmamalı. Gününün tanığı olan bir şairin, bu tür şiirleri de olmalı, gelecekte geçmişi öğrenmek isteyenler için. Bu tür şiirlerin tadının da ustaca söylenmiş olmalarında, yazılanların kişilikleriyle kurduğumuz ilişkide aranmalı. Elbetteki şairin söyleyiş özelliğinin verdiği incelik, benzetme, imgesel haz da unutulmamalı.

Şairin artık alıştığımız kişiliğinden kaynaklanan, verdiği imajı ayyuka çıkartan, küfürün ağır basıyor gibi gözüktüğü, şiirlerini ise, yine aynı hazla okuyabiliriz. Çünkü küfür, başta da söylediğimiz gibi, eleştirilmesi gereken düzene, kişiye şairin okkalı bir eleştirisi sayılmak gerekir. Etik olan adına çirkinin yeniden göreve çağrılması şeklinde de anlaşılabilir bu şiirler. "Bir osuruk ağacıyım ben/ Yellendikçe şiirler açan" (Bereket adlı şiiri). Bu dizeleri de, örneğin. Ancak, kendinden sonraki şairleri toptan yadsıyan dizelerini ise... Yalnızca, bu tür eleştirilerin her dönemde yapıldığını anımsatarak kendisine geçelim. Bu kitabını okuduğumda aklıma ilk gelen ise şairin yaşlandıkça çiçek açtığıydı. Gerçekten yaşlanmıyor şair. Gençlerin arasına karışmış saçı sakalı dağınık bir badem ağacı o. Üzerine kar yağdırsa da arada bir, güneşin dallarından açtığı.

Üzerindeki karlar da hayatı şiirle yaratma, karşılama isteğinden bu badem ağacının. Her mevsim varolmak, çiçek açmak, her yerde yeşermek isteğinden. Bunu yapıp yapamayacağını ise pek düşünmüyor. Onun istediği başka. Çiçeklerini güneşe yaymak. Dallarıyla çocuklara gülümsemek. İnsan olan insanların içini ısıtmak..

Şairlerin, şiir severlerin, gerçek şiir okurlarının, Can babası o artık.


cumhuriyet kitap. 03 EYLÜL 1998

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder