"ben ancak dans etmeyi bilen bir tanrıya inanırdım." f. nietzche
gününüz sevinçli geçsin...

5 Eylül 2013 Perşembe

‘Gölgesi Yıldız Dolu-Metin Altıok Kitabı’/ zeynep altıok akatlı

Zeynep Altıok Akatlı’dan Sivas katliamının 20. yılında ‘Gölgesi Yıldız Dolu-Metin Altıok Kitabı’

‘Taş’ ile ‘dostun gülü’nün karıştığı yerdeyiz!’

2 Temmuz 1993 Sivas katliamında yitirdiğimiz şair-yazar-ressam Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı’nın Metin Altıok’u tüm yönleri ile anlatmak için ilk baskıyı katliamın 10. yılında hazırladığı “Gölgesi Yıldız Dolu-Metin Altıok Kitabı” katliamın 20. yılında genişletilmiş basımıyla raflarda. Kitap Metin Altıok’un yaşamı koşutunda yakın tarihin bir belgeseli niteliğinde aynı zamanda. ‘Yirmi Yıldan Başlıklar’ ve ‘Sivas’ı Unutturmamak İçin’ ise kitabın yeni bölümleri. Açık hukuksuzluklar eşliğinde azimle unutturulmak istenen Sivas katliamının anılmasına getirilen çeşitli itirazlardan Metin Altıok Oratoryosu’na, zamanaşımından Sivas mahkûmlarının eve dönüşüne, bir türlü yapılamayan Utanç Müzesi’nden Metin Altıok Şiir Ödülü’ne, Sivas ’93 oyununa, Menekşe’den Önce belgeseline varıncaya kadar, 20 yıl boyunca yaşanılanlar da yeni basımda satır satır anlatılıyor. Zeynep Altıok Akatlı ile kitabı konuştuk.

Gamze AKDEMİR

Şu cümlenle -ki kitabın en önemli cümlesi olsa gerek- başlamak istiyorum söyleşiye: “Metin Altıok’un şiiri ve durduğu yer, Sivas katliamından bağımsızdır; ancak Metin Altıok, Sivas katliamından bağımsız düşünülemez.” Burada da anlat lütfen diyeceğim ne saatler yetecek ne sayfalar! Metin Altıok koskoca bir dünya… Salt sanatı değil, insanlığa referansıyla da öyle… Birbirine çok aykırı düşünülebilecek kimseleri kendisine saygıda ortak potada buluşturabilmiş bir babayiğit söz konusu. Onun için özetin özetini sorduğumu farzet.

- Çok yerinde bir tespit. Bu soruyla yüreğime su serptin doğrusu. Demek ki anlatmak istediğimi doğru aktarabilmişim. Metin Altıok’un ardından geçen 20 koca yıl elbette katliamın ve hukuk sürecinin baş takipçilerinden oldum. Bunu kendim için, babam için değil ona ve yaşadığım ülkeye geleceğe bir borç, bir görev olarak gördüm.Ancak benim için hassas bir denge unsuru Metin Altıok’un katliamdan bağımsız olarak çok yönlü sanatçı kimliğini de yaşatmam gerekliydi. Onun bir edebiyatçı en çok da şair kimliğiyle tanıtmayı önemsedim, Metin Altıok Şiir Ödülü’nü de bu yüzden çok istedim. Onu sözüyle ve sanatla anabilmek için. O, bir ideolojinin, bir dünya görüşünün şairi değil; kendi ideolojisi ve duruşuyla biçimlenen bir dışa vurumun şairi. Onu iyi şair yapan da bu. Doğmalara, formlara, sabit bakışlara değil bir felsefeci olarak aklına ve insan olarak da yüreğine kulak veriyor. Hayatı bir açık yara gibi yaşıyor. Öyle adım gibi açık, İzle diye sen beni” demesi bundan.
Herkesin kendinden bir şey bulabileceği derin ve yaşayan şiiriyle her kesimden insanın benimsediği bir şair olması da bundan. Onun şiirini ve şiire bakışını kendi kaleminden çıkmış haliyle “Şiirin İlk Atlası” kitabından okumak en doğrusu. Kitaba Metin Altıok’un ölümünden hemen önce dönemin Aydınlık gazetesinde yer alan “Kara Kutu” başlıklı köşesinde yazdığı yazıların tamamını, çeşitli dergilerde yayımlanan yazılarını ve elime sevgili Refik Durbaş sayesinde yakın zamanda geçen tiyatro oyunlarını da ekleyerek bir güncel baskı hazırlayacağız. Yayımlanmış başka oyunlar da olduğunu sanıyorum. Bir arşiv çalışması yapma gayretindeyim. 1963’te Evrim dergisinde yayımlanan “Duygusuz Yenilgi” isimli oyunu bu yıl 1 Haziran’da Gezi direnişi nedeni ile ertelediğimiz Metin Altıok Şiir Ödülü gecesinde sahneliyoruz. Zamanında radyo oyunu olarak TRT’de yayınlanmış “Su Damlası” adlı oyun kayıp. Ona ve varsa yayınlanmış başka oyunlara ulaşmayı umuyorum. 20’inci yıl için bir proje de babamın şiirlerinden bestelenen tüm şarkıları topladığımız bir Metin Altıok şarkıları albümü. Bu çalışmada aynı yöne baktığımız, meselesi olan birbirinden özel birçok sanatçı O’nun için yan yana geliyor. Senin de bahsettiğin gibi Metin Altıok öyle çok yönlü bir derya ki bana heyecan veren daha neler neler var. Arşivimin en zayıf halkası tabloları, desenleri... Zamanında Orhan Taylan, Çetin Sipahi ve Fahir Aksoy’la ortak açtığı üç sergi ve birkaç da kişisel sergiden geriye çok az örnek kalmış. Babam desenleriyle Abidin Dino’ya yakınlığı ile bilinir. Elimde bunlara ait örnekler biraz var ama suluboya ve pastel dönemlerine ait bir iki tablo dışında ya sergide satılmış ya hediye edilmiş her şey. Yeterli seçkiye ulaşırsam bir gün sergi de açmayı düşlüyorum.

“KALSIN BENİM DAVAM
TARİHE (!) VE TAKDİRE
KALSIN!”
- Sivas Katliamı’nın anılmasına gelen çeşitli itirazlar konusu… Bu konuda hayal kırıklığının ötesinde duygular içindesin elbet. Gerekçeleriyle neydi bu itirazlar? Sivas’ı anmaya itirazı olanlara neler diyorsun bu kitapta da?
- Katliamın hesabının sorulmamasından rahatsız olmayıp da bizim anmamızdan rahatsız olabileni anlamam mümkün olmaz, olamaz. Bu temayül genel olarak katliamın arka perdesinde fiilen rolü olan ya da fikren destekleyenlere ait. Burada incitici olan bu itirazın insanın katliamın aydınlatılması için sesini sözünü ve mevkîini önemsediği kişilerce kabul görebilmiş olmasıdır. Saldırgan ya da onun avukatlığıyla görevlendirilip sonra siyaseten mevki sahibi olmuş, ya da katliamın ardındaki gerçeklerin çarpıtılmasından medet uman çıkar sahiplerinden gelen taş ile “dostun gülü”nün karıştığı yerdir bu. Ne kadar iyi niyetle olduğunu düşünmek istesek de sözün seçimi, kalemin ağırlığı ve yazılanın nerelere gidebileceği, kimler tarafından kullanılabileceği açıktır ve düşünülmelidir. Ben bu kitapta sadece “bu da oldu” diyorum. Sözümü zamanında söylemiştim. “Kalsın benim davam tarihe (!) ve takdire kalsın”. Ancak 20 yıl sonra bugün bir not düşmek isterim. Geçmişte bir grup STK esnaf ve yerel yetkili gazetecilere giderek Sivas katliamının anılmasının kendilerini maddi zarara uğrattığını mağdur olduklarını söylemiş ve kimi gazetecilerden destek ve merhamet bulmuşlardı. Aradan 10 yıl geçti o günkü talebin sahipleri benzer argümanlarla
Cumhurbaşkanına çıktılar. Talepleri bu kez “Sivas katliamının gerçek (!) failleri bulunsun”du. Evet, bunu biz de 20 yıldır söylüyoruz. Elbette olması gereken budur ve zaten bir takım esnafa kalmamalı bu talep. 20 yıldır görevini yapmayan devlet bu kez yine ciddiye alıyor bu insanları ve DDK görevlendiriliyor. Bununla da ilgili yazılar yazdım. Tepki koydum. Söylenecek çok şey var ama unutulmaması gereken iki naif soru ile yetineyim:1- Neden 20 yıldır bir kez olsun bu katliamı kınamadı bu STK ve kurumlar, bir iyi niyet açıklaması, katliam lanetlemesinde bulunmadı? 2- 20 yıl önce katliam çağrısını yapan bir bildirge vardı. O zaman da yerel STK ve kurumlar “şehirlerine” gelen kâfirleri hedef göstermişti. Bu kurumlar arasında eşlik, benzerlik yakınlık derecesine bakıldı mı? Eğer şehrinin bir katliamla anılmasından rahatsız olursan bu katliamla yüzleşmek en başta senin görevindir. Kaldı ki bizler hiçbir zaman bu katliamı bir şehre mâl edecek kadar dar görüşlü, vizyonsuz ve çapsız olmadık.

“DİRENMEYİ, TUTUNMAYI VE
SAVAŞMAYI SEÇTİM”

- Yapıtları, fotoğrafları, konuşmaları, yazıları, hakkında yazılanları, konuşulanlarıyla elbet duygusal ama “dövünen” bir kitap değil bu çalışma. Dobra bir belgesel. Tam da burada ‘sen’i konuşalım. Her yapıtta acının tazelenmesini, bununla baş edişini, adaletin seri tecellisizliğine isyanını, umutsuzlukla atbaşı giden, o umudu kesmeme halini anlatmanı anlat bize?
- Benim gerçeğim de bu. Hayatımın en belirleyici kırılma noktası babamın öldürülmesidir. Bunun ardından artık “normal” bir hayat yaşanamaz. Bu gibi bir travmayla baş edebilmek için herkes kişiliğine göre bir şekil buluyor. Ben direnmeyi, tutunmayı ve savaşmayı seçtim. Kimi köşesine çekilir daha geride tutar, kimi daha hayatının göbeğine alır. Bunun bir doğrusu yok. Eleştirilebilir bir yanı da yok. Bunu bir görev olarak görüyorum. Elbette kolay değil. Çok güçlü biri olduğum izlenimi de doğuyor. Hiç değilim aslında. Bilenen, öfkelenen, hesap soran, saldırgan biri değilim. Bunların hepsi de anlaşılır olurdu aslında. Ama değilim, kırılgan biriyim. Bunca acının, hoyratlığın, nefretin olduğu ortamda doğru bildiği yoldan gitmek, dürüstçe iz sürmek hiç mümkün değil. Tekrar tekrar kırılıyorsunuz. İsyan ediyorsunuz. Sadece net ve yalın bir gerçek peşindeyim. Bunun için mücadele edeceğim. Ama 20 yıl sonra onca cinayet eklenmiş, onca güncel kıyım varken Siva demek bile zul geliyor. Böyle olmamalıydı. Ama birilerinin söylemesi gerekli… Ben de tüm adaletsizliklere ses çıkarmaya, kimseyi yalnız bırakmamaya çalışıyorum. Çünkü çok yalnız kaldım yalnızlığın ne olduğunu biliyorum.

“O ‘YERLEŞİK YABANCI’YDI”
- Mektupları Metin Altıok’un nasıl titiz bir baba ve eleştirmen olduğunu da ortaya koyuyor. Zozom dediği kızına hem kıyamıyor ama hem de sözünü esirgemiyor. Sana verdiği tüyoları, önerdiği kitapları, yaptığı resimleri, yazdığı şiirleri, yaptığı eleştirileri, o disiplini, o faşistlere kafa tutuşunu, o korkusuzluğunu ve koşutunda şair kızı olmanın sorumluluğunu okuyoruz.

- Babamın bana yazdığı mektupları bu yılbaşında yayımladık. Mektupları yayınlama kararım bir çocuğa yazılmış yalın ve naif mektupların arkasındaki güçlü kimliği Metin Altıok’u biraz daha anlatmaktı. Bu kitapta da birkaç alıntıya yer verdik. Uzun yıllar özlem içinde yaşadık babamla. Bu mektuplarda bu özlemin tadı var. Arada büyük mesafe ve ayrılık olmasına rağmen baba olabilmek var. Az şey değil küçücük bir kızın hayatında yokken var olmak... Ona sevildiğini özel olduğunu bu kadar hissettirebilmek... Özgüven aşılayabilmek, dünya görüşü aktarabilmek... İnsan evladını biçimlendirir. Bunu uzaktan yapabilmek azımsanır şey değil. Babam bunu başardı. Üstelik düzenli biri değildi. O aykırı bir adamdı. Uyumsuz biriydi. “Yerleşik yabancı” anlatıyor işte kendini. Burada başarı aslında kendi gibi olabilmekte. Onun bana verdiği en önemli şey kendini anlatabilmesi oldu.

“KİTABIN GENEL RENGİ
BOZKIRIN TÜM SARILARIDIR!”
- Velhasılı genişletilmiş bir kazı gibi bu kitap değil mi? Şöyle daha bir dip köşe.. Ortalık, kimi mavi kimi kızıl renkte bir toz duman! Renkleri ne olsa gerek kitabın bölümlerinin mesela?
- Ne güzel ifade etmişsin! İlk bölüm “Ben bu dünyada bir pıtrağım” diyen Metin Altıok’u anlatıyor. O “tertemiz zamanlardan kalma beyaz bir leke”dir. Ölüm ve hüzünle meselesi olan Metin Altıok’u anlatan bu kitabın genel rengi “Ankara benim aziz kentim” diyen şairin Ankara’sına da göndermeyle bozkırın tüm sarıları olabilir. Şarin Dostları yol arkadaşları kıpkırmızıdır. Devrimin direnişin rengi yakışır onlara. Şiiri ve Metin Altıok üzerine yazılan yazılara ayrılan bölümler mavi ve yeşil tonlarında. Umudu, enginliği, derinliği ifade ittiği için. Ve Sivas elbette kapkara... Siyahtan siyah. Karadan kara!
- Kimse 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta 35 kişiyi cayır cayır yakanlar kadar torpilli olmadı. Zamanaşımı kararları, azimle müze yapmamalar, Madımak binasının plaketine katledenlerin isimlerini zerre utanmadan kurbanların yanına kazımalar, siyasi partilerin soğuk-sıcak yaklaşımları. Her geçen yıl yeni bir hakaret!
- 20 yıllık adaletsizliğimizin en önemli köşe taşlarını 20. Yılında Sivas bölümünde aktardım. Bunun yanı sıra 20 yıllık davamızın takipçisi sevgili avukatımız Şenal Sarıhan’ın kaleminden anlatılan hukuksuzluk maceramızın dile getirildiği yazı belki de kitabın en önemli yazılarındandır. Zira Şenal hanım bir karalığı bu kadar duru ve berrak gözler önüne serebilirdi hiç bulanmadan. Tertemiz bir bakışla...
- Doğuş Üniversitesi’nden ayrılmışsın. Bu kovulmayı burada da dile getirir misin?
- Bana gelene kadar ne kadar değerli akademisyenlerimiz rektörlerimiz muhalif oldukları için hedef oldular. Öğrencilerimiz özgür değil. Burada “benim mağduriyetim” demekten utanırım. Yaptığım durumu Twitter’da ifade etmekti. Geniş yer buldu. Tabi Sivas katliamı nedeniyle Alevilere yapılan baskılarla özdeşleştirildi. Konunun olmadığı boyuta taşınmasından tarihe farklı kaydolmasından da endişe ettim. Bunu hiç istemem. Olan “iktidar baskısından korkan üniversite yönetimi” özetindedir. Üniversitenin yaptığı açıklama kendi satırlarında tutarsız ve hakkımı zorla da olsa aldım. Konu benim için kapanmıştır! Gören görüyor. Bilen biliyor.

“KUTUPLAR BİRBİRİNİ ÇEKER
OLDU! GEZİ, HEPİMİZE ÇOK ŞEY
SÖYLÜYOR”
- Bugünün dönemecinde direnen güzel insanların arasından karanlıkta duran erkin halini burada da yorumlamak hani farz değil de nedir?
- Onlara söyleneceği Gezi parkı ile başlayan direniş söyledi. Ne eksik, ne fazla... Yakışıklı onurlu bir tepki verildi, veriliyor. Bu süreçte siyasi malzemeler kullanmaya alışık iktidarın malzemesi bitti. İlk kez kullanamayacağı temizlikte ve homojenlikte bir durumla karşı karşıya kaldı. Bu direniş sadece iktidara değil bize de ders çıkarılacak çok şey söylüyor. Yaşananları iyi okursak kendimize pay çıkarırsak “motorları maviliklere sürmemiz” yakındır. Şiddet bir yandan da birleştiricidir. İktidar bunu hesap edemedi. Zulmü ilk kez deneyimleyen insanlar başkalarının bunca yıl yaşadıklarını ilk kez anladı! Kutuplar birbirini çeker oldu. İnsanlar birbirini duymayı, saygı göstermeyi öğrendiler. İktidarı pek başarılı buluyorum! Bunu başarmak her babayiğidin harcı değil. Sorun onların bunu başarmak istemiyor oluşunda! 20 yıl sonra Sivas katliamı için adaleti aramak aslında bu katliamı aydınlatmak değil, tüm faili meçhuller, Roboski, Reyhanlı, Lice, Gezi şehitleri için yol açmak olacaktır. Unutmadık unutturmayacağız.

“ONLARCA SİYASİYE
MEKTUPLAR YAZDIM, KİMSEDEN
YANIT ALAMADIM”
- Hükümetten sana ulaşan, arayan soran olmaması… Son soruda bunu anlatır mısın?
- 20 yıllık zaman diliminde bunca hukuksuzluğa rağmen hiçbir iktidar ya da muhalefet partisinden hiçbir siyasetçiden bana ulaşan olmadı. Bu dikkat çekicidir. Sadece dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın bendeki yeri ayrıdır. Ne kadar çırpındığını ne kadar etkilendiğini ve görevini de ne kadar hakkıyla yaptığını yaşayarak gördüm. Olayın ardından onlarca siyasiye mektuplar yazdım.
Kimseden yanıt dahi alamadım. Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan değişim benim için bir ilke dönüştü. CHP Toplumsal Bellek Platformu üyelerini kurultayına onur konuğu olarak davet etti. Sonrasında partililerle temaslarım sürdü. 2011’de partiden davet aldığımda daha geniş kitlelere ulaşabilmek, mağduriyetlerin sesi olabilmek ve deneyimlediğim bu değişimi desteklemek için çalışmayı yerinde buldum. Toplumsal Bellek Platformu çatısı altında buluşan faili meçhul siyasi cinayetlerle öldürülmüş aydınlarımızın aileleri farklı düşünce aralıklarında ve bağımsızdır. Ancak hepimizin ortak paydası adalet, insanlık... Platform partiler üstüdür. Tüm partilere eşit mesafede duruyor. Bu yapı iki kez Meclise gitti haklı talepler aktardı.
Faili meçhul cinayetlerin aydınlanması ve insanlık suçları ile ilgili düzenlemeler için önerilerde bulundu. 18 kez CHP ve BDP tarafından meclise sunulan önergeler ise önergeler ise salt AKP oylarıyla reddedildi. Tablo budur.
Hazin! Karanlık! n

gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr

Gölgesi Yıldız Dolu/Metin Altıok Kitabı/ Zeynep Altıok Akatlı/ Doğan Kitap/ 469 s.

cumhuriyet kitap. 06.09.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder